Dostlukların bitmesi üzerine

Uzunca zamandır dostluk mefhumu üzerine düşünüyorum. Çaresizliğimizin arşa vardığı o hazin gecelerin birindeyim aslında. Sevginin veresiye bile verilemediğini, insanların kalplerinin mühürlendiğini fark ediyorum. Kimsenin kimseye güvenmediği, kimsenin karşılık beklemeden iyilik etmediği, iyilik edenin de enayi yerine konduğu, sonrasında bunun bir görevmiş gibi addedildiği, insanların samimiyeti, malı gibi sakındığı zamanlar bunlar.


Kendimden yola çıkıyorum. Lise çağlarımdan beri, beni anlamasını ümit ettiğim insanların, türü bitme tehlikesi altındaki yaban hayvanlarının nüfusundan dahi az olması canımı yakıyor yakmasına fakat asıl tehlikeyi, zor bulunan dostlukları için mücadele etmekten sakınan insanlarda görüyorum.
Maddi değerlerini, manevi unsurlardan üstün gören bir garip aciz topluluk, farkında olamadan materyalistleşiyor, basit hesaplarla dostluklarının içine ediyordu. Karmaşık dürtülerinin etkisinde ona neyin iyi geleceğini belirleyemeyen yığınlar, mutluluğu ne yazık ki yanlış yerlerde arıyordu.


Egosu, aklını ve ahlakını ele geçirmiş bir tabakanın çoğunluk olması durumu, insanın yalnız ve kimsesiz olmasına sebebiyet veriyordu fakat empati kurmanın, arkadaşı için kavgayı göze alabilmenin,  yüz kişi haksız görürken dahi onu savunabilme cesaretine malik olmanın anlamını ve değerini kavrayamıyordu.


Örgütlülüğün ve dayanışmanın, insanın içindeki zehri atabilmesinin yegane yolu olduğunu, sevgiyi üretemeyen biçare kitlelerin kendi vicdanının katline yol açtığını fark edemiyordu.  Fedakarlığı zevkle yapmanın insanın ruhunu yücelteceğini, karşındakini kendinden fazla düşünebilmenin onu iki kez mutlu edeceğini kestiremiyordu.


İnsanlar, ne yazık ki yüzeysel ilişkileri, can sıkan şekilci ve yalan sohbetleri tercih ediyordu. Dostluklar, dürüst olmadığınız sürece vardı ve gerçekleri duyanlar, sizden vebadan kaçar gibi kaçardı. Kimsenin kimseyi anlamaya dahi çalışmadığı, ruhların öldüğü, bedenlerin pis konuştuğu, tatlı bir gülümsemenin değil, imalı sözler ve mimiklerin zafer nidaları attığı zamanlardı bunlar. Son bakıştaki gözlerin dahi anlamını yitirdiği, saflığın ve masumiyetin beş para etmediği, arkadaşlıkların selamdan öteye gidemediği, gözden ırak olanın gönülden de ırak olduğu, alzheimer hastalığına tutulmuş gibi her güzelliğin çabucak unutulduğu kötü bir dönemdi.


Halbuki insanı ne para, ne makam, ne de itibar mutlu ederdi. İnsanı, insan yapan, kurduğu sevgi bağında gizliydi. Sevgi ise verdiğin emekle biçimlenirdi. Emek vermekten kaçan herkes, dostlukların önünde duran bir bent gibiydi. Dünyevi hırslar ve ihtiraslar, “ben haklıyım” deyip kestirip atmalar, mücadeleden kaçmalar, ancak kendiyle dahi yüzleşemeyen aciz insanlara aitti. İnsan samimi olamadığı ve arkadaşının gözünün içine baka baka yalan söylediği sürece kaybedendi. Kurmanın yıkmaktan çok zor olduğunu idrak ettiğinde ise zaman çoktan geçmiş, devran farklı dönmeye başlamıştı. Artık sevgisizlik hüküm sürmekteydi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hakikatin seyahatnamesi

İnsanlardan tiksinmeye başlamak üzerine