Kayıtlar

İnsanlardan tiksinmeye başlamak üzerine

İnsanlarla başlıyorum, onlarla bitiyorum. Onları anlamaya çalıştıkça, giden gençliğimin ardından bakıp hüzünleniyorum. Kendini tanımaktan aciz, önyargıları dağları aşmış beşer yığınlarıyla, galibi belirsiz savaşlarda yitip tükeniyorum. Kahrolası adaleti karanlık yollarda, tökezleyip durduğum bozuk kaldırımlarda ararken, adil olamayan insanların verdiği hükümlerde kaybolup gidiyorum. Vicdanını menfaatlerine satmış, hırslarını benliğinin esiri yapmış, düşüncelerini dünyanın merkezinde sanmış bir güruhla küçülüyor; emeği değersiz gören, sevgiyi inkar eden, saygısızlığı şiar edinen bir nesille yaşamaktan tiksiniyorum. Bildiği yanıldığına yetmeyen, ihtirasları sebebiyle önündeki güzellikleri görmeyi reddeden, taktığı at gözlüğüne dört elle sarılıp bunu maneviyatının en değerli metası addeden küçük insanlara katlanmak zorunda kalıyorum. Vizyonsuzluktan önünü dahi göremeyen bir kitlenin kendini beğenmişliğine şaşırıyor, güneş balçıkla sıvanmaz sözüne tepki olarak doğmuş insanların, her insan

Dünyanın kahrı ve ağlamak üzerine

Gülmeyi unuttuğum anlarda yanlış yaptığımı anlardım. Yanlış yaptığımı anladığımda ise ağlamaya başlardım. Beni ağlatabilen tek şeyin çaresizliğim olduğunu keşfetmem uzun sürmedi. Umarsız gecelerimde yastığa başıma koyduğum her an " ben bunu hak etmedim" diye sayıklardım. Sayıkladıkça hıçkırır, hıçkırdıkça aynalara bakardım. Gözyaşlarımı gördüğümde akan her bir damla adına kendime kızardım. Adeta o damlaların hesabını sorardım. Sorgulamalarımın başlangıcında ise benlik duygum yatardı. dolunayın altında uzanırken boylu boyunca hayaller kurardım. Acaba nasıl bir dünyada mutlu olabilirdim? İnsanlar bizi de kendine benzetmişti. İyilik için mücadele ediyor, dört duvar arasında sıkışıp kalıyordum. Kavrayışımın basitliğine acıyordum. Yağmurun bile söndüremediği yangınlara sahiptim. Kor ateşlerin içerisinde cehennem azabı duyuyordum. Toplum beni lanetlemişti. Ben onsuz ne yapardım? Nerelere gider kimlere ağıt yakardım? Benim çaresizliklerimin en üst mertebesinde yalnızlık vardı.

Kitap okumanın insana kattıkları üzerine

Yıllar geçmişti ve ben tam yirmi bir yaşına gelmiştim. O zamanlar aşk acısı çeken bir kendini bilmezdim. Ayakta kalabilmek adına memlekete annemin yanına kaçar, yolda gece boyu türkçe rap dinleyip, ruhuma lokal anestezi etkisi yapardım. Acı ağır gelmişti. Topal aksak giden gövdemi yerine oturtamıyor, zihnimin bulanıklığıyla kendime ve insanlara zarar verebilmekten korkuyordum. Yoldan çıkmış bir müptezel gibiydim, hiçbir şeyden mutlu olamıyor, kavrayışımın ve hayattan beklentilerimin bu denli basit olmasına aldırmadan, kahrolası hırsımın etkisinde " ben bunları yaşayacak adam mıyım?" diyordum. Aslında tam da o adamdım. Misyonumun kendini sevmek, vizyonumun vatana ve millete faydalı olmak olduğu o kahrolası günlerde, sınırlılığım yüzüme Osmanlı Tokadı etkisinde çarpıyordu. İnsanlar basitliğime acıyor, dostlarım sürekli derdimi dinlemekten perişan hale geliyordu. Bütün bu hezeyanlara artık dur deme vakti gelip geçiyordu. Neydi eksiğim? Beni böylesine sınırlı kılan, en ufak acıla

Dostlukların bitmesi üzerine

Uzunca zamandır dostluk mefhumu üzerine düşünüyorum. Çaresizliğimizin arşa vardığı o hazin gecelerin birindeyim aslında. Sevginin veresiye bile verilemediğini, insanların kalplerinin mühürlendiğini fark ediyorum. Kimsenin kimseye güvenmediği, kimsenin karşılık beklemeden iyilik etmediği, iyilik edenin de enayi yerine konduğu, sonrasında bunun bir görevmiş gibi addedildiği, insanların samimiyeti, malı gibi sakındığı zamanlar bunlar. Kendimden yola çıkıyorum. Lise çağlarımdan beri, beni anlamasını ümit ettiğim insanların, türü bitme tehlikesi altındaki yaban hayvanlarının nüfusundan dahi az olması canımı yakıyor yakmasına fakat asıl tehlikeyi, zor bulunan dostlukları için mücadele etmekten sakınan insanlarda görüyorum. Maddi değerlerini, manevi unsurlardan üstün gören bir garip aciz topluluk, farkında olamadan materyalistleşiyor, basit hesaplarla dostluklarının içine ediyordu. Karmaşık dürtülerinin etkisinde ona neyin iyi geleceğini belirleyemeyen yığınlar, mutluluğu ne yazık ki

Çocukluğumuz üzerine

Biz çocukken erik ağaçlarına dalardık. Olmamış erikleri midemiz ağrıyana kadar yerdik. Ağacın sahibi bize kovana dek doymaz, inmeyi enayilik sayardık. Biz çamurlu yollarda top koşturarak büyüdük. Koştururken ayaklarımız kıçımıza değerdi. Pantolonlarımızın çamurlarını temizlemekle geçerdi saatlerimiz. Başka pantolonumuz da yoktu zira. Biz topumuz olmadığı için taşı top yapan son çocuklardık. Ayakkabımızdaki deliği saklamaya dahi çalışmazdık. Olduğu gibi görünmeyi şiar etmez bunu bir görevmiş gibi uygulardık. Dama taşlarımız kırık kiremitlerdi bizim. Çizebildiğimiz kadar oynardık. Yaratıcıydık. Borunun içine ince külahlar yerleştirir, birbirimizi vurabildiğimiz ölçüde başardığımızı hissederdik. Düştüğümüzde hiçbir şey olmamış gibi kalkmak marifetti bizim için. Kimseden yardım beklemez, hatalarımızın sorumluluğunu üstümüze alırdık. Yaralarımızın kabuklarını soyarak büyüdüğümüz o eski sokaklarda yokuş aşağı bisiklet sürerken, ön kaldırarak atabildiğimiz pedal sayısıyla kıymetlenirdi

Geçmişin izinde

Eskilerden korkar insan. Bazen ona bakıp hüzünlenir. Ne çok şey yaşamıştır geçmişinin izinde. Bir hikaye hiç bitmeyecekmiş gibi akar durur zihninde. Geçmiş bulanıktır kirli bir su gibi. Geçmiş hafızalardadır    başı sonu belli olmayan bir masal gibi. Bastırıp unutamadıkların, isteyip ulaşamadıkların, arayıp bulamadıkların, mazide kalan her ne haltsa, gözünün ucundadır ne de olsa. Kurtulmak istesen de paçandan kıskıvrak yakalar, soğuk elleri boğazında, nefesin olur yakar seni. Boğazında düğümlenenler, yaşadıklarının etkisidir ne de olsa. İnsan ne yaşarsa o olur bu sebeple. Zamanında gururu kırılmış biri, gururunu kıranlar konusunda müteessir, acı çekmiş biri, acısının gölgesinde aciz, hak yemiş biri, haksızlığın hicap duyan deryasında ürkek ve saldırgandır. Olayları değerlendiriş biçimimiz öznel olsa da merhametimiz ve hakikatler bir tokat gibi vurur insanın yüzüne. Yüzleşebilecek cesaretin olduğunda aynadır yaşadıkların. Hiç kabullenmesen bile ezikliğini yüreğinde taşırsın y

Hakikatin seyahatnamesi

Sonu “yordum” ile biten cümleler kurmak istediğim manasız gecelerimden birindeydim. Klasik müziğin köpürttüğü ruh vaziyetimin engin deryasında kulaç atarken eski günlerimizi düşünüp hüzünleniyordum. Eskiden diyordum, eskilerdeki mutsuzluklarımı gölgeliyordum. Gölgeler insanlara huzur veriyordu fakat ben gerçekleri arayıp, yalanlara sığınarak huzur bulduğunu zanneden güruhtan olamıyordum. Benim ilacım hakikatteydi. Onun peşindeyken mutluydum. Ondan ayrıldığımda yolunu şaşırmış bir gezgin, biçare gönüllerde bir saplantı gibiydim. Kalbime saplanan okun vereceği acıyı, riyakarların ve kendini bilmezlerin dünyasındayken ziyadesiyle yaşıyordum. İronik olan ise bu dünya onlar gibilere aitti. Küçükken aidiyet mefhumunun bu denli önemli bir şey olduğunu bilemezdim. O çağlarda çölde kimsesiz bir bedevi gibi yaşanabileceğine inanıyordum. İnançlarım beni aydınlığa çıkarır zannediyordum. Yanılmıştım. İnsanın yanılgılarını kabullenmesi ne denli zormuş, bunu yıllar yılı acı çekerek anlamıştım. Acı