Kadınlar üzerine

Ortaokulda ergenliğe de henüz girmemiş olmamdan mütevellit kızlar benim için sadece kavga edilecek birer arkadaştılar. Üstlerinde bilumum dövüş sporları uygular, ayaklarını yerden kesmekten haz duyardım. Düşmanlık beslediğim o hezeyan dolu günler lisedeyse yerini melankolik bir ruh haline bırakmıştı.



Saçlarımı jölelemeden dışarı çıkmayı karşı cinse bir hakaret addediyor, her gün ulusa sesleniş konuşması yapacakmış gibi kravatımdaki yamukluğu gidermek için kılı kırk yarıyordum. Okulun beton zemininde yaptığım hattricikler kifayetsiz kalıyor, tribünlere oynayabildiğim zamanlar, en iyi oyunumu çıkarmayı vatana millete bir borç sanıyordum.



Bolca kadınları gözlemliyordum ama bir türlü içlerine girmeyi, kalplerine inmeyi başaramamış, onların gözünde bir saygınlık elde edememiştim. Ön yargılara karşı durmayı becerememiş, zihnimin kadın tarafının bakir; ellerimin, kadın elinin yumuşaklığından mahrum kalmasına engel olamamıştım. Manasız düşmanlığıma içerliyor, beyhude geçen yıllarıma bir dizi sövüp geçiyordum. Resmen 3-0 geriden başlamıştım. Ama ben azimliydim. O skordan tek başıma kurtardığım çok maçlar olmuştu. Bu da muhakkak onlardan biri olmalıydı.



Yine de o zamanlar yaptığım büyük bir hata vardı. Erkek zihnimle kadını hayal ediyor, bir erkeğin hoşlanabileceği şeyleri, kadının da arzulayacağını zannediyordum. Erkek arkadaşlarımda, güven vermek , yardımsever olmak, mütevazı olmak, akıllı olmak, başarılı olmak özetle iyi olmak gibi erdemler arardım, yani kendimi bir kadının yerine koyduğumda muhakkak bu özelliklerin olması gerektiğini sıralar, önemli olan ruh güzelliği diyenlere çok çabuk kanardım.



Lakin gerçekleri yüzümden spatula ile kazıması pek uzun sürmedi. En güzel, en havalı kadınlar, tabiri caizce en piç ve serseri olanları tercih ediyor, ben de benim iyiliğimin kıymetini bilen çıkar mı diye hülyalara dalarken, ön sırada matematik çözmeyi marifet zannediyordum. Kadınlarla konuşmaya çalıştığımda "öf sanane be salak" nidalarına maruz kalıyor, gün ve gün utangaçlık sendromuna kapılıp, özgüvenin ellerimden kayıp gitmesine engel olamıyordum.




İletişim problemini çözmemin tek yolu kadınların dert ortağı olmaktı. Çünkü mütemadiyen kadınların çoğu yanlış insanları seçiyor, bu yanlış insanlar da onları üzmeyi bir görev biliyordu. Kadınları anlamak adına muazzam bi fırsattı ve ben kötü yazgımı değiştirebilmek için gerekli akla ve azme sahiptim. Bu sayede her günümü beraber geçirdiğim kız arkadaşlarım olmuştu. Onları teselli etmeyi bir borç biliyor, belli bi süreliğine Meriç görevi üstlenmeyi, pragmatist bir hareket olarak olumlu görüyordum. Kadınların ruh dünyalarına inip, onları anlamaya çabalıyor, bu çabanın bana kattığı empati kurabilme becerisini, uygun zamanlarda kullanabilmek adına fırsat kolluyordum.




Bu kadınların çoğundan elde ettiğim deneyim, onların mazoşizme yakın bir ruh hali içinde, zor olanı sevmeleriydi. Tumturaklı sohbetlerde, "iyi insan, adam gibi adam" aradıklarını beyan ediyorlar ama aslında mütevazılık mefhumundan içten içe nefret ediyorlardı. Sürekli manevi özelliklerden dem vuruyor lakin her zaman uzamsal açıdan gösterişli erkeklere abayı yakıyorlardı.




Bu vesileyle Doğa'nın kadına nasıl bir rol biçtiğini anlamlandırabiliyordum. Kadın aleni şekilde görebildiğinden etkileniyor, olumsuz addedilen ama popülerliğe olumlu etki eden vasıflar zihninde bir güç göstergesi olarak simgeleniyordu. Ve kadın güçlü olanı seviyordu. Erkek, ona yeri geldiğinde baston olmalı, kadının ona hayran olmasını sağlamalıydı.




Ukalalığın ilk olarak o zaman erkeklerin en büyük silahı olduğunu kavramıştım. Tek kural, bok yerine fesleğen sıçtığını iddia edecek kadar ileri gitmemekti. Çünkü kadın, ne olduğunla değil, nasıl bir profil çizdiğinle ilgileniyordu. Seninle alakalı nasıl bir şablon ortaya koyacağı ise onun hayal gücüne hangi verileri enjekte edebildiğine bağlıydı. Kendine güven ve şaşmaz bi kararlılık, kadının bağının çözülmesi için olmazsa olmazlardandı. Erkek aynada kendini nasıl görüyorsa kadını da buna inandırması muhakkaktı. Ve ben aynada kendimi yakışıklı bulabilecek ve bunu, karşı cinse inandırabilecek motivasyona her daim sahiptim.




Felsefi zemini böyle hazırlamış, kadının gözlerinin içine bakıp tüm özgüveninle gülümseyebilmenin, onun o sıcak ve duygusal ruh dünyasına inebilmek adına şaşmaz bir anahtar olduğunu kavramıştım. Kadın çok fazla analiz etmiyordu fakat detaycıydı. Sezgilerine güveniyor, senin ona bahşettiğin duygu selinin büyüsüne çabuk kapılıyordu. Tek kural aşık olmamaktı, çünkü bir kadına aşık olmak tehlikeliydi. Estetik bir bakış açısının, ince düşünceli bir ruh halinin en büyük tezahürü olan ve bizleri erkek dünyasının odunluğundan bi nebze olsun kurtaran, nefes almamızı sağlayan kadınlar, onlara aşık olduğumuzda son derece sakınılması gereken, güvenilmez bir düşman haline gelebiliyorlardı.Çocuklarına karşı sınırsız bir sevgi besleyen kadınlar, erkeklerine karşı olan acımasızlıklarıyla ise dosta düşmana korku salıyorlardı.İntikam duyguları gelişmiş olup, üç sene önce yaptığını üç sene sonra misliyle sana ödetebiliyorlardı. Abandone olmuş aşık bir boksörü, tek hamlede nakavt edebilecek yegane kudret kadınlardaydı.




Bizlerin şüphesiz bir tamamlayıcısı olan kadınlarımıza çok şey borçlu olsak da,tarihin ilk sınıf çatışmasının kadın ve erkek arasında olduğunu göz ardı edemeyiz. Ve bu çatışma tarih boyunca olduğu gibi şimdilerde de devam etmekte. Mesele ise ortak bi noktada buluşabilmekte, hayatı güzel duygularla paylaşabilmekte saklı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostlukların bitmesi üzerine

Hakikatin seyahatnamesi

İnsanlardan tiksinmeye başlamak üzerine