İnsanlardan tiksinmeye başlamak üzerine

İnsanlarla başlıyorum, onlarla bitiyorum. Onları anlamaya çalıştıkça, giden gençliğimin ardından bakıp hüzünleniyorum. Kendini tanımaktan aciz, önyargıları dağları aşmış beşer yığınlarıyla, galibi belirsiz savaşlarda yitip tükeniyorum. Kahrolası adaleti karanlık yollarda, tökezleyip durduğum bozuk kaldırımlarda ararken, adil olamayan insanların verdiği hükümlerde kaybolup gidiyorum.

Vicdanını menfaatlerine satmış, hırslarını benliğinin esiri yapmış, düşüncelerini dünyanın merkezinde sanmış bir güruhla küçülüyor; emeği değersiz gören, sevgiyi inkar eden, saygısızlığı şiar edinen bir nesille yaşamaktan tiksiniyorum.

Bildiği yanıldığına yetmeyen, ihtirasları sebebiyle önündeki güzellikleri görmeyi reddeden, taktığı at gözlüğüne dört elle sarılıp bunu maneviyatının en değerli metası addeden küçük insanlara katlanmak zorunda kalıyorum.

Vizyonsuzluktan önünü dahi göremeyen bir kitlenin kendini beğenmişliğine şaşırıyor, güneş balçıkla sıvanmaz sözüne tepki olarak doğmuş insanların, her insan hakkında hüküm verebilecek bir karar mercii olduğunu zannettikleri tavırlarına dehşetle bakıyorum.

Yoruluyorum. Yalnızlığıma gömüldüğüm hazin gecelerimde “daha iyi bir dünya mümkün müdür?” diyerek hülyalara dalıyorum. İnsanların insanları yıpratmaya değil anlamaya çalıştığı steril bir dünyada yaşamak istiyorum. Goethe’nin “işte yine insanların birbirlerine zehir edebileceği bir nimeti bağışlıyor gökyüzü” aforizmasını okuyup irkiliyorum. Soğuktan değil çaresizliğimden üşüyorum.

Çaresizliğimi, kaderim sandığım umarsız gecelerimden birinde olduğumu fark ediyorum. Her fark edişimin, beni güçlendirdiği kadar katılaştırdığını gözlemliyorum. İlk fark edişimden bu yana geçen on altı senenin her birinde, kendini akıllı zanneden benliği, aklını ve vicdanını ele geçirmiş insanların şark kurnazlıklarına maruz kalıp, insana ait her tecrübemin, insana olan inancımı azalttığını görüyor, yüreğimdeki safiliği, içimdeki temizliği söküp attığını hissediyorum.

Bazen hırsımdan ağlıyorum. Ağlamanın ve yazmanın içimdeki karşı koyamadığım kötülüğe ve nefrete karşı bir panzehir olduğunu biliyor, pisliği söküp atabilmek, kendime zarar vermekten kurtulabilmek için öfkemi boşluğa kusuyor, karanlığa ağza alınmaz küfürler savuruyorum.

İnsanlardan uzaklaşıp, yenilgiyi kabullendiğimde bir kızım olduğunu hatırlıyor, Belki de ona örnek olabilmek için “iyi kalabilmeliyim, adil olabilmeliyim” diyorum. Bu dünyadaki onca kötülüğe karşı onun içinde küçük umutlar yeşersin, hayata olan inancını kaybetmesin istiyorum. İnsanlığı unuttuğumuz dünyaya, insanlığı hatırlatacak miraslar bırakmayı şiar ediniyorum. Bulutlara bakıp, düşecek yağmurlardan üzülmemesini, ardından çıkacak gökkuşağına sevinebilmesini arzu ediyorum. Kitaplardaki karakterler kadar idealist olabilmesini, insanları koşulsuz sevebilmesi, doğrunun izinden gidebilmesi için sevginin, bilginin ve iyiliğin yüceliğini fark edebilmesini diliyorum. Belki de o, bizlerden daha şanslı olur. Kim bilir?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostlukların bitmesi üzerine

Hakikatin seyahatnamesi