Öğretmenler Günü

En hüzünlü olduğum günlerden biri yelkovanın akrebini takip ettiği kadar hızlı bir şekilde geldi çattı. Büyüdükçe hüzünlü olduğum günleri sevmeye başladım. Duygularımın garip karmaşası altında geçmişimin büyülü anlarını yad etmekten duyduğum huzuru tarif etmem zor. Ama biliyorum ki duygusuzluktan defalarca daha iyi bir his bu yaşadığım.

Öğretmen olmaya karar verdiğim karla örtülü bembeyaz gecenin ardından her şeyin aydınlık bir bahar akşamı gibi olamayacağını, öğretmenliğin bana çiçekli yollar, taptaze umutlar, hanlar ve saraylar sunamayacağını kabullenmiştim. Eğitimci olmanın, işini sevmenin bir liyakat değil de başlı başına bir sorun olduğunu, bunu önyargıları ve umutsuzlukları dağları aşmış beşer yığınlarının düşmanlığına yol açacağını derin felsefi değerlendirmelerimde dip not olarak düştüğümü hatırlarım.

Yanılmadığıma üzüldüğümün kati olduğu durumlar kapımda atılmayı bekleyen çöp poşetleri gibi insafsızca bekliyorken yaşadığım hüznün beni ayakta tutması garipsenebilir. Fakat bu hüznün içinde açılmamış gül goncaları, yeni filizlenmiş buğday yaprakları, en umutsuz anımda “iyi ki sizin öğrencinizim” diyen egosu hala aklına mukayyet olmamış azınlıklar var. Bu azınlıklar ki gülmeyi anlamlı kılan, sorduğu sorunun içine safiliğini ve temizliğini katan, bazen sevdiğini “elalem ne der” deyip içine atan, ama bunu gözlerindeki ışıltıyla belli edip, toplumun kaotik durumlarında bir nebze taze nefes alabilmeyi sağlayan zat-ı şahanelerden oluşuyor. Onlar bu toplumun içinde kirlenmeye bir o kadar yaklaşmış ama hala bir umut belki bir şeyler değişir diye ısrarla bekleyen öğrencilerim. Onların sabrı tükenmesin, insanlığa ve güzelliğe olan umutları bir cılız kandilinki gibi sönmesin diye uğraşırken hüzün benim gazyağım oluyor.



Onları düşündükçe hüzünleniyor, yaşadıkları hayatı, içlerinde yaşattıkları derin fırtınaları anlamlandırabildikçe bir işe yaradığımı hissediyorum. Güvensizlik duymasınlar, sevgisizlik hastalığına yakalanmasınlar diye için için ürküyorum. Bir matematik probleminin felsefesini tartışamıyorum belki ama aynı sandaldaki iki yolcu gibi birbirimize muhtaç olduğumuzu fark edip, soğuk dalgalara karşı omuz omuza mücadele verdiğimizi anlayabiliyorum.


Kimseye ihtiyacımın olmadığını anlamam için tatlı bir gülümseme yetiyor. Ülkenin dört bir yanına gitmiş her bir öğrencimin beni aradığındaki “hocam sizi özledim” kelamları duygusal tatminin doruklarında olmamı, kendime güven duymamı ve doğru bildiklerim konusunda daha da inatçı olmamı sağlıyor. Çünkü biliyorum ki rüzgarın tersine giden uçurtmalar yükseliyor. Yükseldikçe aşağıdakiler beni karınca zannediyor ama bilmiyorlar ki bulutların arasında her şeye rağmen, o koca kalpli yürekler, sevecenliğini hala kaybetmemiş nev-i şahsına münhasır bir gençlik bana bakıp selam duruyor.
Ve ben işte o zaman iyi ki öğretmen olmuşum diyorum. Hem de defalarca…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Dostlukların bitmesi üzerine

Hakikatin seyahatnamesi

İnsanlardan tiksinmeye başlamak üzerine